Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar çok zengin bir ailenin evinde özel tasarlanmış bir çaydanlık varmış. Kendisi çok usta bir elin özel tasarımı imiş. Çok özel topraktan yapılmış, güzel kıvrımları olan, altın kaplama bir çaydanlıkmış. Bu çaydanlık mutfağın en güzel köşesinde özel bir yastığın üzerinde duruyormuş. Etrafında da onun kadar zarif olmasa da, çok pahalı fincanlar duruyormuş. Bu çaydanlığa sadece evin en kıdemli olan hizmetkarı, özel eldiveni ile dokuna biliyormuş. Evin sahibi hanım, ne zaman çay istese bu zarif çaydanlıkta çayı demleniyor ve servis ediliyormuş.
Mutfaktaki diğer eşyalar bu çaydanlığı çok kıskanıyormuş. Gerek tava, gerek sürahi, gerekse çekmecede ki çatallar, aralarında hep “keşke biz de onun kadar zarif ve özel olabilseydik” diyorlarmış. Çaydanlık kendisinin çok özel ve güzel olduğunun farkındaymış. O da bütün gün süzüle süzüle diğer mutfak eşyalarının ona hayranlıkla bakmasını zevkle izliyormuş. Fakat çaydanlık bazen bu durumdan sıkılıyor ve camın önünde duran çiçeklere imrenerek bakıyormuş. Onların yerinde olmak, her an dışarıyı seyretmek “çok eğlenceli olsa gerek” diye düşünüyormuş. Üstelik onlar daha özgürmüş. Kırılırım korkusu taşımıyorlarmış. Oysa çaydanlık öyle mi her an korku içinde yaşıyormuş. “ya hizmetli beni düşürürse, ya da suyumu koyarken çatlatırsa” diye çok korkuyormuş. Her şeye rağmen evin hanımı tarafından beğenilmek, gelen misafirlerin iltifatlarına duymak onu çok mutlu ediyormuş. Günler böyle geçip giderken , bir gün korktuğu başına gelmiş.
Hanımın çay istediği bir gün, hizmetli çayı demlerken kendisini elinden düşürüvermiş. Mutfaktaki bütün eşyalar bir anda sus pus olmuş. Evin hanımı çaydanlığın düştüğünü görünce hizmetlisine çok kızmış. Çaydanlık da artık eskisi gibi olmayacağını düşünerek tir tir titremeye başlamış. İşte o anda evin hanımı çaydanlığı yerden almış ve hizmetlisine kırılan çaydanlığı depoya götürmesini istemiş. Hizmetli mahcup bir şekilde kırık çaydanlığı almış ve depoda ki masanın üzerine koymuş.
Günlerce çaydanlık orada karanlıkta tozun içinde kalmış. Ta ki bir gün evin hizmetlisi kendisini alana kadar. “Eyvah, artık burada kalmama da izin vermeyecekler, kesin beni atacaklar” demiş çaydanlık. Tam böyle düşünürken karşısında evin hanımını elinde çok güzel bir çiçekle görmüş. Çiçek çok özel bir çiçek miş. Kıpkırmızı yaprakları varmış. Evin hanımı çiçeği çaydanlığın içine dikmiş. Çaydanlık şaşkınlık içindeymiş. Sonra çaydanlığı almış ve salonun en güzel camının önüne koymuş. Çaydanlık artık eskisinden daha güzel görünüyormuş. Üstelik hep hayal ettiği gibi camın önündeymiş. Hanımı da çok mutluymuş “artık sevgili çaydanlığımı hep gözümün önünde görmek istiyorum” demiş. Hizmetli de bu durumdan çok mutlu olmuş. Her gün çaydanlığın tozunu almaya, çiçeklerinin yapraklarını silmeye ve toprağını sulamaya geliyormuş. Eve gelen misafirler çaydanlığın durumunu daha da beğenmişler. Üstelik artık yalnız değilmiş onu hiç kıskanmayan bir arkadaşı varmış. Çiçek. Çünkü çiçek de en az onun kadar güzel olduğu için onu kıskanmıyor hatta beraber çok iyi bir ikili olduklarını düşünüyormuş. O günden sonra da mutlu mesut yaşamışlar.
Burada da masal bitmiş.