Bir varmış bir yokmuş; evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken çoook uzak bir ülkenin çoook büyük ağaçlarının bulunduğu bir ormanında, karısı ve güzelliği dillere destan kızıyla birlikte bir oduncu yaşarmış. Merhametli mi merhametli, tüm canlılara karşı sevgi dolu olan bu oduncu ve ailesi çok fakir ama çok mutluymuş. Çünkü ellerindekiyle yetinmeyi bilir, çoğa tamah etmezlermiş.
Oduncu her sabah ormana gider, ormandaki kurumuş veya hastalanmış ağaçları kesermiş. Ağaçları kesmeden önce de iyice inceler, bir kuşun veya sincabın yuvası varsa asla dokunmazmış. Karısının onun için hazırlayıp heybesine koyduğu yemekleri, yol boyunca karşılaştığı hayvanlarla paylaşırmış. Karısının koyduğundan daha fazla yemeği ve somunu hayvanlara verdiği halde, ne yemeği ne de somunu bitermiş. Çünkü yaptığı iyilikler, yiyeceklerini bereketlendirirmiş.
Ormana giren diğer oduncularsa, yaşlı genç, sağlıklı hasta demeden bütün ağaçları kesip satarmış. Kuşların veya sincapların kestikleri ağaca yuva yapmış olması, umurlarında bile olmazmış. Paraları bizim bu merhametli oduncudan çok daha fazla olduğu halde evleri, ne huzur ne de bereket yüzü görürmüş. Açgözlü bu oduncular ormana girer girmez bütün hayvanlar, sanki bir avcıyla karşılaşmış gibi kaçışırmış.
Gel zaman git zaman, bu çoook uzak ülkenin zalim kralı, evlenme çağına gelen oğluna ihtişamlı bir düğün yapmak istemiş. Halktan topladığı yüksek vergilerle düğün yapacakmış yapmasına da, genç prensin beğeneceği bir kız henüz bulamamış. Ülkenin dört bir yanından genç kızları sarayına toplatmış. Prenses sıraya dizilen tüm kızlara bakmış ama her gördüğü kızın bir öncekinden daha güzel olduğunu düşünerek bir türlü evleneceği kızın kim olacağına karar verememiş.
Kral bu işe çok bozulmuş ve tellallarıyla tüm ülkeye yeni çıkardığı kanunu duyurmuş. Bu yeni kanuna göre, bir karı kocanın güzel bir kız çocuğu olursa, bu kızın anne ve babası öldürülecekmiş. Bunu duyan halk tedirgin olmuş.
Bu haber ormanın derinlerinde yaşayan oduncuya kadar duyulmuş. Oduncu hiç kimselerin görmediği, bir kez olsun kasabaya gitmeyen güzel kızını görecekler diye endişeye kapılmış. Kendi hayatını pek önemsememiş ama çok sevdiği karısına zarar gelmesinden çok korkmuş. Oduncu ve karısı oturup bu durumu konuşmuşlar. Kızlarına durumu anlatıp, asla evden dışarı çıkmaması gerektiğini söylemeye karar vermişler.
Güzel kız zalim kralın çıkardığı bu yasayı duyunca çok üzülmüş. Anne ve babasına zarar gelmesinden çok korktuğu için her ne olursa olsun evden çıkmamaya yemin etmiş.
Günler günleri, aylar ayları kovalamış. Mevsimler ipe dizilmiş birer inci tanesi gibi gelip geçmiş. Ilık rüzgarların ılgıt ılgıt estiği, kelebeklerin çayırların üstünde neşeyle dans ettiği, arıların en güzel renklerini sergileyen çiçeklerden nektar topladığı, masmavi gökyüzünde güneşin gülümsediği harika bir ilkbahar sabahında, yakışıklı prens ormana ava çıkmış.
Aslında en az ormancı kadar merhametli olan yakışıklı prens hayvanların öldürülmesine karşıymış. Ama babasının, “erkekliğini ispatlamalısın” diye zorlaması yüzünden yanına verdiği iki askerle ormana gelmiş. Yol boyunca da, “erkeklik ne zamandan beri masum ve korumasız hayvanları öldürmek oldu” diye mırıldanmış. Ne yapıp ne edip bu iki askeri kandırmayı ve hiçbir hayvana zarar vermeden saraya dönmeyi düşünüyormuş. Kafasında nasıl bir plan yapacağını düşünürken, çok güzel şarkılar söyleyen bir kuşun sesiyle irkilmiş.
Az ilerideki çınar ağacının üstünde şakıyan bülbülü görmüş. Bülbül, karşısında durduğu kulübeye bakarak öyle güzel şarkılar söylüyormuş ki, kalpsiz askerler bile bu şarkılardan etkilenmiş. Ama kendilerine gelmeleri uzun sürmemiş. Prense, kendinden geçmiş halde şarkılar söyleyen bülbülü göstererek okuyla onu vurmasını istemişler. Prens ne yapacağını şaşırmış. Sırtından yayını almış ve kınından çıkardığı bir oku yaya yerleştirmiş. Niyeti kuşa değil de, yakınına isabet alıp askerleri vuramamış numarası yaparak kandırmakmış.
Prens tam oku fırlattığı sırada bülbül pat diye kulübenin önündeki çitlerin içine düşmüş. Askerler bülbülü prensin vurduğunu düşünerek sevinmiş. Uzunca boylu olan asker koşarak çitin önüne gitmiş. Yerde yatan bülbüle bakmış. Bülbülde ne ok yarası, ne de bir parça kan yokmuş. Tam o sırada gözleri, kulübenin penceresinden dalgın dalgın ormanı izleyen büyüleyici güzellikteki kıza takılmış. Kıza bakmış, bakmış, bir daha bakmış. Diğer asker ve prens ne olduğunu anlayamamışlar.
Daha sonra ikisi de çitin önüne gelmiş ve kızı gördükleri anda tıpkı diğer asker gibi donakalmışlar. Prens, boncuk gözlü, ay tenli, keman kaşlı, ipek saçlı kıza oracıkta vurulmuş. Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpmaya başlamış. Öyle ki, prensin kalp atışlarını duyan oduncunun kızı onları fark eder etmez ahşap pencereyi kapatıp içeriye kaçmış.
Babasının emrini hatırlayan prens ne yapacağını bilemez halde kapıyı çalmış. Babası ormana, annesi taze meyve toplamaya giden oduncunun kızı çok korkmuş. Fakat zaten eğreti duran kapıyı açmazsa, askerlerin zorla içeri gireceğini düşünmüş. Prens nazikçe kapıyı tıklatmaya devam etmiş.
Kendini toparlayıp derin bir nefes alan genç kız kapıyı yavaşça açmış. Prens yakından gördüğü genç kızın güzelliği karşısında neredeyse bayılıp düşecekmiş. Kekeleyerek, ona deli gibi aşık olduğunu, onunla hemen evlenmek istediğini ve saraya gidip annesine durumu anlatacağını söylemiş. Genç kızın yanında cesaretini toplayan prens askerlere hemen yanlarından uzaklaşmaları emrini vermiş.
Askerler önce bocalasa da, prensin kararlılığını görünce uzaklaşmışlar. Prens oduncunun ay tenli kızına, “Eğer babam seninle evlenmeme karşı çıkarsa ve anne-babana zarar vermek isterse onu öldürürüm” demiş. Zaten babasının halka yaptığı haksızlıklardan da son derece rahatsızmış.
Prensin yakışıklılığından, kararlılığından ve cesaretinden etkilenen genç kız, o anda ne söyleyeceğini, nasıl cevap vereceğini bilememiş. Anne ve babasıyla konuşmadan bir cevap veremeyeceğini söylemiş. Prensten, ertesi sabah tek başına gelmesini istemiş.
Prens saraya döner dönmez durumu annesine anlatmış. Annesine, babasıyla konuşması ve onu ikna etmesi için yalvarmış. Kral bunu duyar duymaz askerlerine, derhal kızı anne ve babasıyla birlikte saraya getirmeleri emrini vermiş. Askerler kralın emrini yerine getirmek için akşam vakti yola düşmüş.
Genç kız o sırada eve dönen anne ve babasına durumu anlatmış. Oduncu, korktuğu şeyin başına geldiğini anlamış. Kara kara ne yapacaklarını düşünürken, askerler evlerinin kapısına dayanmış. Onları alıp saraya götürmüşler.
Kralın niyeti üçünü de asmakmış. Kendisine engel olmak isteyen oğlunu ise zindana attırmış. Ertesi sabah tellallarıyla bütün ülkeye emrine karşı gelen oduncu ve ailesinin idam edileceğini duyurmuş. Halkın bu idamları izlemek üzere meydana toplanması emrini vermiş. Amacı, emirlerine karşı çıkanların başına neler geleceğini göstermek ve halka korku salmakmış.
Oduncu, karısı ve güzel kızının idam edileceği meydan, iğne atsan yere düşmez hale gelmiş. Halk biraz merak, biraz da korkuyla olacakları izlemeye koyulmuş. Fakat idam sehpasına çıkarılan genç kızın güzelliğini görünce, meydandaki herkes çok üzülmüş.
Öte yandan, zindana atılan prens delirmek üzereymiş. Avazı çıktığı kadar bağırıp zalim babasına sesini duyurmaya çalışıyormuş. Bütün bu olup bitenlere daha fazla dayanamayan zindanın bekçisi, prensin kapısını açmış ve kılıcını prense vermiş. Prens askerlerin şaşkın bakışları arasında koşarak babasının karşısına dikilmiş. Ya yaptıklarına son vermesini ya da onu öldüreceğini söylemiş. Kralın hemen yanı başında bulunan yaveri, çevik bir hareketle prensin elinden kılıcı kapmış. Kral, hiç gözünü kırpmadan kendisini öldürmek isteyen oğlunu da idam sehpasına göndermiş.
O ana kadar olan biteni izleyen halktan birkaç kişi dayanamayıp ölmek pahasına cellada ve askerlere saldırmış. Bu birkaç kişiden cesaret alan halk askerleri etkisiz hale getirdikten sonra, prensi, oduncuyu ve ailesini zalim kralın elinden kurtarmış. Şimdi işler tam tersine dönmüş.
Kral can korkusuyla kaçarken, halk onu kıskıvrak yakalamış ve prensin önüne getirmiş. Prens, babası gibi zalim olmayacağını, istese de zalimlik yapamayacağını söyleyerek, babasının mahkeme tarafından yargılanmasını istemiş. Yıllardan bu yana ağır vergiler altında ezilen halk tüm kızgınlığına rağmen, merhametli prensin bu talebini kabul etmiş.
O güne kadar kraldan korktukları için adil kararlar vermeyen mahkeme, kralın ömür boyu zindanda kalmasına karar vermiş. Babasının yerine tahta çıkan prens, kırk gün, kırk gece süren bir düğün yaparak oduncunun kızıyla evlenmiş. Babasının halktan topladığı paraların bir kısmıyla, kırk gün, kırk gece boyunca ziyafet vermiş. Tüm halk günler boyunca, çılgınlar gibi eğlenmiş.
O günden sonra, kral olan prens de, ülkenin prensesi olan oduncunun kızı da, oduncu ve karısı da, tüm halkla beraber sonsuza kadar mutluluk ve huzur içinde yaşamış…