Tarlada Tembellik Eden Riko’nun Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yemyeşil ağaçlarla çevrili sessiz bir vadide, toprak altında kurulu minik bir köy varmış. Bu köyde Riko adında genç bir tarla faresi yaşarmış. Riko, köyün en hayalperest fâresiymiş. Diğer fareler sabah erkenden kalkıp tarlalara gider, buğday başaklarını yuvalarına taşırken, Riko ise bir taşın üzerine uzanır, bulutları izler, hayaller kurarmış.

“Bir gün uçan bir yaprağın üstünde uzak diyarlara gideceğim,” dermiş kendi kendine. Ama vadideki hayat gerçekmiş ve o gerçeklik kışın zorluğuyla yüzleşirmiş. Anne fare, her sabah Riko’nun yanına gelip usanmadan şöyle dermiş: “Evladım, yazı boş geçirme. Kış uzun ve acımasız olur. Komşuların sırtında geçinemezsin.” Riko ise tatlı bir gülümsemeyle cevap verirmiş: “Merak etme anneciğim, dostlarım bana bir lokma verir. Paylaşmak güzel şeydir.” Ancak o yıl tarlalarda beklenenden az ürün olmuş. Fareler, sabırla çalışmış, her biri ancak kendi ailesine yetecek kadar yiyecek toplayabilmiş. Kış kapıya dayandığında, yer altı yolları karla kapanmış, dışarı çıkmak imkânsız hâle gelmiş. Riko, yuvasında titreyerek yatarken midesi guruldamış. Kilerine bakmış ama orada sadece birkaç kuru yaprak, biraz kabuk ve bir parça taş duruyormuş. Komşularının kapısını çalmış: “Biraz buğdayınız var mı, karnım çok aç…” Ama herkes aynı cevabı vermiş: “Üzgünüz Riko, bu yıl kimse artanı paylaşamaz. Önce sen sorumluluğunu öğrenmelisin.” İlk başta Riko çok öfkelenmiş. “Ne biçim komşuluk bu!” diye bağırmış. Ama sonra sessizce ağlamaya başlamış. Günler geçtikçe açlık canını yakmış, yalnızlık içini burkmuş. Farelerin eğlence yaptığı soğuk kış gecelerinde, Riko sessiz yuvasında başını yastığa koyup düşünmüş: “Keşke zamanında çalışsaydım… Annem haklıymış.” Kış ayları boyunca, kalan birkaç kabuğu minik minik yiyerek hayatta kalmış. İçini kararlılıkla dolduran bir duygu varmış artık: Değişme isteği. Baharda, toprak gevşeyip ilk filizler çıkmaya başladığında, köydeki ilk uyanan fare Riko olmuş. Bu defa hayalleri başkaymış. Uçan yaprakların peşinden koşmak yerine, küçük bir el arabası yapmış kendine. Tarlaya gitmiş, en taze tohumları elleriyle toprağa gömmüş. Güneşin altında saatlerce çalışmış. Ellerini kirletmiş, sırtı terlemiş ama yüreği hafiflemiş. Yaz boyunca durmadan çalışmış. Komşuları onun bu azmine şaşırmış. “Bu Riko mu?” demişler. “Yoksa başka biri mi geldi köye?” Riko ise artık boş sözler etmiyormuş. Güneş doğmadan kalkıyor, tarlasına gidiyor, akşam olunca da kilerini düzenliyormuş. Eskiden sadece bir taşın üzerine yatıp hayal kuran Riko, şimdi yuvanın duvarlarını güçlendiriyor, meşe kabuklarından raflar yapıyormuş. Sonbahar geldiğinde, köyde hasat zamanıymış. Komşuları sepetlerini taşırken, Riko’nun sepetleri dolup dolup taşmış. Buğday yığınları o kadar çokmuş ki, bir kısmını annesiyle birlikte yuvanın önündeki odacığa istiflemek zorunda kalmış.

Bir gün yaşlı komşusu Mino yanına gelip şöyle demiş: “Riko, bu yıl seni izledim. Gerçekten değişmişsin. Seninle gurur duyuyorum.” Riko başını eğmiş, hafifçe gülümsemiş: “Geçen kış bana çok şey öğretti. Tembellik bana sadece açlık ve yalnızlık getirdi. Ama çalışmak bana saygı, güven ve mutluluk verdi.” Anne fare, oğluna sarılmış. “İşte şimdi içim rahat. Gerçekten büyümüşsün.” Ve o günden sonra, Riko sadece çalışan bir fare değil, köydeki genç farelere örnek olan biri olmuş. Artık hayallerini gökyüzünde değil, toprağın bereketinde arıyormuş. Masal da burada sona ermiş.

Daha fazla uzun masal okumak isterseniz Uzun Masallar kategorimizi inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir