Kristal Şehir’deki Görünmez Altınlar Masalı

Bir varmış bir yokmuş, gökyüzüne yakın, dağların doruklarına kurulmuş masalsı bir şehir varmış. Bu şehrin adı Kristal Şehir’miş. Evleri camdan, yolları gümüşten, pencereleri gökkuşağı renginden yapılmış gibiymiş. Gece olunca bütün şehir yıldızlar gibi parıldar, gündüzleri ise güneş ışığında parlar dururmuş. Bu güzel şehirde yaşayan herkes birbirine yardım eder, yemeğini paylaşır, işi gücü birlikte yaparmış. Ama bu uyumun içinde kendini ayrı gören biri varmış: Aras adında küçük bir çocuk. Aras zeki, meraklı ama biraz da bencil bir çocukmuş. Aras’ın en büyük hayali, zengin olmakmış. Kristal Şehir’in sokaklarında dolaşırken hep düşünürmüş:
“Neden hepimiz her şeyi paylaşıyoruz? Neden kendi servetim olmasın? Eğer altın bulursam, kimseyle paylaşmam. Herkes bana hayran kalır.”

Bir gün yaşlı bir gezgin Kristal Şehir’e gelmiş. Üzerinde pelerin, elinde parlayan bir asa varmış. Aras ona yaklaşıp hemen sormuş: “Sen bir bilgesin galiba. Söyler misin, bu şehirde altın nerede bulunur?” Yaşlı adam gülümseyerek cevap vermiş: “Altın mı? Evet, bu şehirde görünmeyen altınlar var. Onları sadece gerçekten isteyen ve layık olanlar görebilir.” Aras’ın gözleri parlamış. “Peki nerede aramalıyım?” Bilge sadece bir yön göstermiş: “Kristal Mağara’ya git. Ama unutma, altınlar gözle değil, kalple görülür.” Aras hemen ertesi sabah yola çıkmış. Kristal Mağara, şehrin dışında, sarp bir tepenin altındaymış. İçeri girdiğinde duvarlar cam gibi parlıyor, yansımalardan göz gözü görmüyormuş. Aras taşların arasında altın aramış, kazmış, duvarları tırmalamış. Ama ne altın varmış, ne başka değerli bir şey. Günler geçmiş. Aras dışarı çıkmamış. Yanına aldığı yiyecekler tükenmiş. Yalnız, yorgun ve aç bir halde mağarada uyuyakalmış. O sırada Kristal Şehir’de insanlar Aras’ın kaybolduğunu öğrenmiş. Herkes üzülmüş. Çocuklar Aras için afişler hazırlamış, büyükler onu bulmak için arama grupları kurmuş. Annesi ise her gece penceresinde dua ediyormuş. Beşinci günün sabahı Aras uyanmış. Midesi guruldayarak ayağa kalkmış. Tam o sırada mağaranın girişinde bir ışık belirmiş. Arkadaşları, annesi ve komşuları onu bulmaya gelmiş! Aras şaşkınlıkla bakmış. “Neden geldiniz?” diye sormuş. “Ben… sadece altın arıyordum.” Annesi gözleri dolarak sarılmış: “Çünkü sen bizim en değerli hazinemizsin, Aras. Senin altın bulman önemli değil, güvende olman önemli.” demiş. Komşuları da gülümseyerek eklemiş: “Bizim altınımız birbirimize olan sevgimizde gizli. Paylaştığımız yemeklerde, birlikte ördüğümüz halılarda, çocukların birlikte oynadığı oyunlarda.” O an Aras’ın içi ısınmış. Gözleri dolmuş. Yıllardır aradığı değeri tam önünde görmüş. Altın, taşta değilmiş. O, bir kalpten başka bir kalbe uzanan sevgide saklıymış. Şehre döndüklerinde Aras değişmiş. Artık yemek pişirmeye yardım ediyor, sokaktaki çocuklara kitap okuyormuş. Boş vaktinde ise kendi yaptığı küçük hediyeleri komşularına veriyormuş.

Bir gün, gezgin bilge yine şehre uğramış. Aras yanına gidip eğilmiş: “Kristal Mağara’da hiç altın yoktu… ama ben yine de çok şey buldum.” Bilge gözlerini kısarak tebessüm etmiş: “Altın oradaydı, evlat. Senin kalbinde.” Ve böylece Kristal Şehir’in görünmeyen altınlarını herkes hatırlamış. Altın, paylaşılan sevgide, dostlukta ve kalpte saklıymış. Masal burada bitmiş. Kalplerse parlamaya devam etmiş.

Daha fazla uzun masal okumak isterseniz Uzun Masallar kategorimizi inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir